top of page

Zaten

  • yavuzsiskolu
  • Dec 3, 2024
  • 3 min read

Neriman ile Şinasi'nin hikayesini hatırlıyor musunuz? Annie Hall'u izlediniz mi?


Son zamanlarda hayatı yaşamanın da bir sanat olduğunu görmeye başladım. Arkamı emanet edebileceğim kimselerin benimle paylaştıkları hikayelerinin yıllar geçtikçe derinleştiğini görüyorum. Yaşananlar karmaşıklaşıyor, insanlar değişiyor.


Söz konusu arkadaşlık olduğunda şu soruların önemi olduğunu düşünürüm:

  • Yeni tanıştığınız bir insanın en yakın arkadaşı onun ne kadardır arkadaşıdır?

  • Bir insanın en yakın arkadaşlarından tezahür eden o sosyal çevre, ne kadardır geçerliliği olan bir gruptur?

  • Bu grup kaç yılda kaç kişiyi öğütmüştür?


Kısacası bir insan en uzak hangi tarihteki fotoğrafa gittiğinde geçmiş an ile şimdiki zaman arasında bir bağ yakalayabilir?


Veya bir zar daha atın: sevgiliniz, karınız, arkadaşınız veya hayatınıza menfaat bağı ile eklemediğiniz herhangi bir kimse, yaşayışı itibarıyla kendi anne babasından ne kadar uzakta duruyor?


Bu kimsenin bir çocukluk odası halen mevcut mu? Yoksa kendisinden teşekkül edilen anılar sadece birkaç sözden ve çocukluk fotoğraflarından mı ibaret?


Yaşam sanatını icra etmek, belli ki dizleri kanamayanların harcı değil.


Çağdaş dönemin "overthinking" hastalığından muzdarip değilim elbette; fakat birbiriyle ilgisi olmayan grupları birbirine geçiren "sosyal kelebek" insan davranışlarını sevmiyorum. Tek boyutlu arkadaşlıkların, iki boyutlu sevgililiklerin ve düşünsel derinliği olmayan konuşmaların kimi zaman hatalı tercihlerden, kimi zaman menfaatlerden, çokça üşengeçlikten ve konfor alanını sevmekten ötürü geliştiğini düşünüyorum.


İnsan doğası hakkında düşünür yönünü takdir ettiğim komedyen George Carlin'in bir alıntısı:


“İnsanlarla bire bir tanıştığımda onları seviyorum. İnsanlar birey olarak gerçekten harika. Dikkatlice baktığınızda, bir insanın gözlerinde tüm evreni görebilirsiniz. Ama ne zaman bir araya gelip kümelenmeye başlasalar — beş kişi, on kişi ya da hatta yalnızca iki kişilik bir grup bile olsa — değişirler. Bireyin güzelliğini, grup uğruna feda ederler.”

İnsanlar belirli başlı bazı doğrularla doğarlar, başka doğruları ise yaşayarak beyinlerine gömerler. Hatalarınızı kabullenen her grubun bir de sizden hariç, sizin hakkında bir yargısı vardır.


Ayşe'den ayrılırsınız ve kendisinin size zaten uymadığını ve ne kadar düşüncesiz olduğunu söyleyen bir dizi yorum dinlersiniz. Ahmet'ten ayrıldığınızdaysa Ahmet'in aslında ne kadar sorumsuz olduğunu kanıtlayan bir sürü beyan duyarsınız. Hasan'dan alamadığınız borcu yakın çevrenize utana sıkıla açarken arkadaşınız size "Hasan'a borç mu verilir zaten" diyerek çıkışır.


İnsan aslında sadece, sonunu bildiği şeylerin çevresinde gelişimini izler. Söz konusu bir başkası olduğunda asla yeni bir şey yaşamaz, ancak gözlemlerini hatırlar.


Bir sanat eserini tanımanız için onu müzede görmeniz gerekmez. Kaliteli olanı anlamak, doğuştan gelen bir sezgidir.


Bana göre insan, yaşam sanatına bakarken de içselleştirdiği bu değerler aracılığıyla dünyayı anlar. Niteliksiz insanı, kalitesiz ilişkiyi, dolu dolu yaşanmışlıklardan böylelikle ayırt eder. En azından kendi muhakemesinde.


Fakat kimse bir başkasının, sırf yalnız kalmamak adına bulduğu partneri, daha sonra pişman olmamak için yaptığı o tek çocuğu, kıskanılmak için yaptığı hareketleri açık etmez.


Bu yönüyle herkes, kendi yaşamında performans sergileyen bir tiyatro oyuncusu gibidir.


Neriman, geleneksel mahalle hayatı ile modern Batılı yaşam tarzı arasında kalmış bir genç kadındır. Şinasi ise geleneksel değerlere bağlı, Neriman'ın çocukluk aşkıdır. Ancak Neriman, Batı kültürüne duyduğu hayranlık nedeniyle bu ilişkiye mesafeli yaklaşır, Şişli eşrafından Macit'i bulur ve bu durum romanın temel çatışmasını oluşturur.


Bu yüzden her gencin en az bir kere Fatih Harbiye romanını okuması gerekir


Alvy Singer, nevrotik, entelektüel bir komedyendir. Hayatı sürekli sorgulayan, melankolik ve kendine dönük bir karakterdir. Annie Hall ise spontane, özgüvenini yeni yeni kazanan, farklı bir dünyadan gelen özgür ruhlu bir kadındır. İkilinin ilişkisi, zıt kişilikleri ve hayata yaklaşımlarındaki farklılıklar nedeniyle hem büyüleyici hem de karmaşık bir hal alır. Filmin sonlarına doğru karakterlerin aşkı nihayete ermez, Alvy ise farklı kadınlarla birliktelik yaşamaya çalışır.


Filmin bana göre ikonik anı ise ıstakozları ızgaraya oturtmaya çalıştığı bir başka kadınla olan sahnedir. Alvy hayatından detaylar verir durur, oysa karşısındaki kadının onu anlayacak durumu yoktur. Sonraki sahnede Alvy'nin New York'tan Los Angeles'taki Annie'yi aradığını ve ilişkisini kurtarmak için son bir manevra yaptığını görürüz. Kaybının derinliğini; ancak onu filmin bitiminde son bir defa gördüğünde vurgulayacaktır.


Neriman ve Alvy, kendi dünyalarının değerleriyle çatışırken aslında hepimiz için birer ayna tutuyorlar. Hayat, bu tür çatışmaların içinde şekilleniyor.


Sanırım bu yüzden, bu hayattaki meselesi her ne ise o konuyu eline yüzüne bulaştırdığını düşünmeyen, kabul etmeyen veya göremeyen kimseler bu hayatta huzur bulamıyor. Basitçe söylemek gerekirse "sıçtığını" anlamayan insanı eğitilemez, gelişemez ve çaresiz buluyorum.


Gurbetçi komşumuzun yıllar önce ettiği lafı hatırladım geçenlerde: "Stuttgart'ta geçen 23 yılımı 5 dakikada anlatırım sana. Memleketteki anılarım içinse bir haftan gerekli".


Hatırası ancak birkaç basmakalıp yaşanmışlıktan ibaret onca ilişki için ne çok nefes tüketiyoruz.


Tavlada harika hamleler yaptığınız için oyunu kazanmazsınız; ancak en hatalı hamlelerinizden ötürü oyunu kaybedersiniz. Basitçe ifade etmek gerekirse tavla, kilit noktalarda hata yapanın kaybettiği bir oyundur ve bu yüzden de hayata benzer.


Hatalarında ısrar eden, yaşamına çakılan, oyunun sonunda hep kaybediyor.


Zarına geleni zaten oynayamayacak insanlarla nefes tüketip tüketmemekse sanırım yalnızca bizim elimizde.

Recent Posts

See All

Comments


bottom of page