top of page

Matik

  • yavuzsiskolu
  • May 11, 2023
  • 6 min read

Refah seviyesi aşıp taşan o malum ülkelerin birinde suç oranı yükseldiğinden beridir insanlar huzur bulmaz olmuştu. 1 cinayetin 15 gün manşette kaldığı bu ülkede, artan suç oranlarının sebebini sorgulayan onlarca tartışma programı, sürüyle çalıştay ve bir o kadar da sempozyum yapılır hale gelmişti.


Alternatif siyasi partilere oy verme alışkanlığı edinmiş düşünce gruplarında başka bir şey konuşulmaz olmuş, memleketin ışık saçan gençleriyse turistik maksatla gittikleri yaban ellerde güzelim ülkelerinin nasıl olup da böyle bir buhrana girebildiğine şaşırmaktan tatillerini eğlenceyle sürdüremez olmuştu.


İnsanlar başkalarını düşünmekten hak ettikleri hayatı yaşayamaz olmuştu. Oysa şu olaylar hiç olmasaydı ne güzel olurdu?


Yine böyle günlerin birinde aydınlanmış ülkenin seçkin gençlerinden en cevval olanı ortaya bir fikir attı:


“Artan şiddet olaylarının sebebi insanların yeterince cinsel ilişkiye girmemesidir.”


Toplumun her daim en sağduyulu kesimi olmuş akademisyenler bu önermeye dört kolla sarıldı. Onlara göre halk adını verdiğimiz kitle, her ne kadar okumuş olursa olsun grup halinde bir topluluğu temsil ettiği için akademinin mutlak hikmetinin altında kalmalıydı ve sırf bu yüzden dahi öncü fikirlerin serbest dolaşımdaki düşünce gruplardan değil, öğrencilerinin iyi notlar alıp bir an evvel mezun olmaya uğraştığı camekanlı fakültelerinin laboratuvarlarından çıkmalıydı.


Eğitim bu ülkede her zaman reel hayatın gerçekliğinin önünde yer alırdı, bu sebeple ülkenin en büyük akademisinin en cafcaflı unvanına sahip patronu (ki bu durumda kendisi bir rektör olurdu), ülkedeki cinselliği araştıracak bir komisyon kurulmasını emretti ve konuyla ilgili sorunları çözmek adına teknolojik geliştirmelerde bulunacak bir çalışma grubu oluşturdu.


Komisyon bir çalıştay kurdu, çalıştay delegeler atadı, delegeler de taşeronlar buldu. Bu ülkenin refah içinde yüzmesinin sebebi aşikardı. Sahip oldukları kaynakları oldukça yavaş kullanırlardı, bundan ötürü uzun yıllardır gül gibi geçinip giderlerdi.


Gerçi ülke huzur içindeyken 15 yıl kadar önce durup dururken çıkıp memleketin bu kadar kaynağı nereden ve nasıl elde ettiğini soranlar olmuştu; fakat yine akademiler, uzmanlar, generaller ve ilginç şekilde bazı futbolcular bu mesnetsiz soruları soranları ötekileştirmişti.


“Siz filozof musunuz?”


Bu ifade o ülkede ağır bir hakaret hükmündeydi. Felsefe veya filozof sözcüğünü duyan hemen bir adım geri atar, yok canım o kadar da değil der, önündeki kahveden bir yudum alır ve konuşmayı bir sonraki tatilini nerede yapacağına çevirirdi. O ülkede eleştirinin belirli kalıplar içerisinde yapılanı makbuldü ve insanı huzursuz edecek kadar fazla düşünmek yasaktı.


Pek çok insan doğup büyüdüğü ülkeyi terk edip refah içindeki bu memlekete göçmüştü. Huzuru hak eden, sırf bu dünyaya gelmesi sebebiyle bile sıkıntı çekmekten münezzeh insanların topraklarıydı burası; ancak burada da şiddet olayları, cinsel saldırılar artış göstermişti.


Hatta günün birinde gazetelerin birinde, ki o ülkede gazeteler restoranlardaki billboardlara kapaklarını asarlardı, ülkede yolsuzluğun ilk emarelerinin belirdiğinden bahsedince yer yerinden oynamıştı. Nasıl olur da ülkenin başbakan yardımcısının müsteşarının özel kalemi gidip de belediyenin karşısındaki fırından her gün ücretsiz çörek alırdı!


Haberleri okuyan başbakan, komisyonun ve çalışma grubunun çabalarını yetersiz buldu ve bir grup da kendisi oluşturmak istedi. Sorun oydu ya, üçüncü grupta çalışacak insan bulunamıyordu. Her yanından aşıp taşan bu memlekette zaman içinde kimse elini taşın altına sokmaz istemez olmuştu.


Filozof (onlar ancak kötü ülkelerde olur) yoktu burada, onun yerine hoşlarına gitmeyen bir şey olduğunda eleştiren insanlar vardı. Kıyasıya eleştirmek serbest, protesto en yasal haktı. Haliyle bu ülkede sıkılanlar bazen birbirlerine muhalefet ederlerdi. Birine karşıt olmak, kimlik geliştirmenin en masrafsız şablonuydu ve insanlar da eleştirmek; ama çalışma gruplarında yer almamak istiyordu. Sorunlar o güzel ülkenin huzuru hak eden insanları için çözülmeliydi.


Başbakan daha kendi çalışma grubunu oluşturamadan akademi bir cihaz geliştirdi. Adına Matik denen bu cihazla insanlar ne sıklıkta ve ne şiddette cinsel ilişkiye girdiğini cihaza kaydedecekti, gerektiğinde de birbirlerine partner bulacaktı.


Medeni insanların yaşadığı, birbirine karşıt fikirlerin havada uçuştuğu ama günün sonunda uzlaşıya varılan bu ülkede tartışmaları çözecek ve ana fikre atıfta bulunan en iyi çözüm buydu.

Başbakan vakit geçmeden bu mucize cihazın topluma dağıtılmasını istedi. Belediyeler, valilikler ve sivil toplum kuruluşları seferber oldu. 2 hafta içinde tüm evler bu cihazlarla donatılmıştı. Akademik komisyonlar bu sefer, kendilerinden daha az eğitimli toplumu örgütlemekte her zaman usta oldukları gibi, insanların cihazları birbirlerine göstererek birbirlerini şeffaflığa davet etmelerini istedi.


Toplum bu fikri benimsedi. Yetişkinler birbirlerine özgüvenli bir ifadeyle, gençler bazen gururla bazen hicapla, emeklilerse karışık duygularla cihazlarında yazan sayıları göstermeye başlamıştı. Tek haneli sayılarla başlayan yolculuklar kimi insanlar için hızla çift hanelere ulaşmış, bazı insanlarsa her bir eyleme daha yüksek değerler girerek ilişki doluluk grafiklerini yükseltmişti.


Yalnız bir sorun vardı. Çok fazla insanın Matik’de gözüken değeri, karısının, kocasının, kısacası partnerinin sayısal değeriyle uyuşmuyordu. Gerçi tuzu kuru gençler bunu bir zafer olarak lanse ediyordu birbirlerine; ama başbakanlıktan gelen bildirge söylentilere son verdi:


Cihazın yazılımının güncellenmesi gerekirdi. Arada böyle şeyler olurdu. Sonuçta yazılım değil miydi bu? Deterministik bir şekilde çalışacak hali yoktu ya! Kimi insan bunu apartmanının 8. Katında kullanırdı, kimiyse teknesinde. En azından çalışma grubu komisyona bunu bildirmişti, komisyon da başbakana, başbakansa halka.


Cihazlara güncellemeler geldi ve ilk 3 gün istatistikler doğru çıktı. Eşler gururlu, sevgililer mutluydu. Suç oranları henüz azalmamıştı ama komisyon ve başbakan bunun cihazın yaratacağı toplumsal dayanışma duygusunun henüz perçinlenmemiş olmasına veriyordu. Hele bir perçinlese, o zaman görülecekti bu refah içindeki ülkenin sorunları çözme gücü!


Medeni toplum 3 hafta kadar istatistikleri dengede tuttu. Pek çok çiftin Matik skorları birbiriyle uyuşuyordu. Tek olanlardaysa anlaşılmaz derecede yüksek olanlarla sıfır çekenler dışında çıkan değerler, kalanlarla sağlaması yapıldığında tutuyordu. 4. haftayla beraberse ülkeye gelen turistlerle beraber sayılar karışmaya başladı. Teklerin, çiftlerin, herkesin matik değerleri karışmıştı.


Gerçi Başbakan’a intikal etmiş bir durum yoktu; ama çalışma grubunda endişeli bir bekleyiş mevcuttu. Çoğu refah kökenli araştırmacı, insanların değerlerinin neden sürekli uyuşmadığını anlamıyordu.

Çalışma grubundakilerden iki kişiyse filozofların olduğu ülkelerden birinden refah ülkesine göç etmişti. Onlardan biri sorunun ne olduğunu biliyordu. Yalnız filozof olarak damgalanmaktan çekindiği için o da ortama ayak uydurmuştu, sorulduğunda Matik cihazını gösteriyordu.

Filozofların olduğu ülkelerden gelen diğeriyle beraber refah içinde yüzen bu ülkede doğmamış olan iki arkadaş bir araya geldiklerinde Matik cihazının ortaya çıkış sebebinden nasıl saptığını tartışıyorlardı.

Bu iflah olmazlar, fikir yürütüp eleştirel düşüncelerini birbirlerine rahatlıkla dile getiriyorlardı. Birbirlerine katılmak, huzur içinde yaşamak zorunda olmadıklarını bilerek birbirleriyle konuşuyorlardı. Aralarına refah ülkesinden biri geldiğindeyse hemen konuyu sayılara, skorlara Matik cihazına ve yaptıkları tatillere getiriyorlardı.


Günün birinde iki filozof köylü (aralarında konuşurken bunu demeyi uygun görmüşlerdi) yanlarında çok değerli pasaportlara sahip ve dünya görüşü gelişmiş insanların oturduğu restoranlardan birindeyken billboard’daki manşeti gördüler:


“Evdeki prezervatifleri sayıp çıkan sayının Matik değeriyle uyuşmadığını gören adam cinnet getirdi”


Refah ülkesini bir huzursuzluk kaplamıştı. Kimse kimseye ait değildi ve herkes özgürdü ama o kadar da değildi canım! Refah ülkesinin yurttaşları Matik sayısını güncelleyecek kadar dürüstlerdi ya, o halde sayının kendisiyle ilgili neden bu kadar umursamazlardı?


“Fikrin çıkış noktası insanları birbirlerini biraz daha sevmeye teşvik etmek değil miydi?”


Filozof ülkesinden gelmiş arkadaşlarının yanına oturan refah ülkeli bu soruyla gelmişti. Dünyayı anlamaz buz mavisi gözleriyle, başka diyarlardan geldikleri belli olan; ama buralardan geldiklerini onlara hissettirmemesi gerektiğini bildiği arkadaşlarına bakıyordu.


Filozof köylülerden birisi iç geçirdi. Aklına geleni söyledikten sonra refah içindeki ülkede huzurlu yaşayamayacağını biliyordu; ama köklerine engel olamadı:


“Hayatımda sahip olduğum tek lüks, refah içinde doğmamış olmaktır.”


Refah ülkesinde büyümüş arkadaşları:


“Teessüf ederim. Refah içinde olmanın ne gibi bir sorunu var?”


Restorandakiler bakışlarını onların olduğu yöne çevirmişti. Huzurlarının kaçmaya yakın olduğunu içten içe hissediyorlardı. Gerçi felsefe yapılana kadar bir şey diyemezlerdi ama; yine de konuşanlardan ikisinin filozof ülkelerinden geliyormuş gibi durur bir halleri vardı.


İçlerinden yeşil gözlü olanın filozof ülkesinden olduğunu söylemeye kimsenin içi elvermiyordu. Oldukça yakışıklı, her halinden refah ülkesinde doğmuş olduğu belli duran birisi nasıl olur da felsefe yapılan ülkelerden çıkmış olabilirdi ki? Fakat restorandakiler konuşulanlara kulak kabarttıkça şüpheleri somutlaşıyordu.


3 arkadaş kendilerine yöneltilen bakışları gördükten sonra tartışmayı sonlandırdılar; fakat içlerindeki huzursuzluk bakiydi. İki orijini filozof ülkeli, birbiriyle vedalaştıktan sonra farklı yollara döndüler. Birisi kitapçıya, diğeriyse pub’a gitti. Kitapçıya giden gizliden gizliye eleştirel yayınların, dolaşımda olmayan aykırı fikirlerin bulunduğu raflara yöneldi. Pub’a gidense arkadaşlarıyla Matik cihazının etik yanlışlığını cesurca tartıştı.


Refah ülkesinde doğmuş mavi gözlü olanıysa her zaman keyifle sürdüğü bisikletini bu sefer mutlulukla kullanamıyordu. Başka arkadaşlarının yanına gitti; fakat rahatsızlığı sürüyordu. Buraya gelmek için kıçını yırtmış arkadaşları, nasıl olur da refah içindeki bu memleketin başlangıç koşullarını eleştirebilirlerdi? Huzursuzluk içinde evine gitti.


Onların refahı elde etmelerine olanak sağlayan davranışları pekala dedelerinin de öncesinin davranışlarıydı. Sonuçlar koşulları bağlamazdı. Refah içine doğmak kimsenin kabahati değildi ya!


Huzursuz adam rahatsızlık içinde Instagram’a girdi, çok takipçili hesapları gezindi. Partneri henüz eve gelmemişti, uzun süredir aralarında anlamlı denebilecek bir paylaşım da olmamıştı. Gerçi hiçbiri diğerini olmayan bir şeyle suçlamamıştı ama Matik cihazlarının uyuşmayacağını görmek için kahin olmaya gerek yoktu.


Mavi gözlü adam telefonuna indirilebilen uygulamaları sırayla indirdi. İnsanları sırayla sağa sola yatırdığı uygulamalardan birine karar kıldı. Tanımadığı biriyle anlaştıktan sonra yola koyuldu. Karşısındaki kişinin adında yazan mesafe değerini okudu, hazırlanıp bisikletiyle yola çıktı.


Rüzgar yüzüne vururken, aralarında geçmiş tartışmayı hatırladı. Filozof kökenli arkadaşları ona mutsuz kimselerin başkalarını inciteceğini hatırlatmıştı. Hatta bir tanesi demişti ki “Ben hayatta kalmaya çalışmaktan yaşamaya zaman bulamadım, o yüzden buraya geldim. Sizse elinizdeki yaşamı görmemek için mutluluğu sürekli uzaklarda, eylemlerde ve başkalarında arıyorsunuz…”


Yaşamın doğası itibarıyla buyurganlığı ve denetlenemezliği onun refah içinde yetişmiş bünyesinin kaldırabileceği meseleler değildi. Hem zaten bisikletini park etmiş, asma kilidini takmış ve kanal yanına dizilmiş en büyüğü iki katlı evlerin önünden geçerek varış noktasına ulaşmıştı.


Çaldığı yabancı kapıda onu karşılayansa partneri olmuştu. Belli ki her ikisi de uygulamayı farklı profillerle kullanmıştı.


Şu Matik ne güzel şeydi…

Recent Posts

See All

Comments


bottom of page